Blog

21.09.2013 19:27

Türk Kültüründe “Ad Koymak”

 

Türklerde çocuklara ad koymak, çok önemli bir olay olarak kabul edilir. Çocuğun adı ile alın yazısı arasında bir bağ vardır. İsim koyma, genellikle eski Türklerde bir törenle yapılırdı. Çeşitli kabile ve boylara değişiklik gösterir.

Yemekten sonra çocuğun babası veya ebesi; misafirler arasındaki boy başkanına, saygıdeğer tanınmış bir misafire veya boyun dini lideri olan şamana dönerek çocuğa bir isim vermesini rica ederdi. Böylece çocuğun ilk adı konulmuş olurdu. Çocuğa konulacak bu ismin uğurlu ve yakışan bir isim olmasına dikkat edilirdi. Nitekim çocuk sürekli hastalanırsa Türklerinde isim koyma töreni çocuğun doğumundan birkaç gün sonra yapılırdı. Baba; akrabalarına, yakınlarına ve dostlarına kendi durumuna göre bir ziyafet şenliği düzenlerdi. Bu şenlikte çocuğun ebesi de bulunur ve ev sahibi gibi davranarak misafirlere yiyecek ve içeceklerini o dağıtırdı. “Adı ağır geldi” denilerek bu isim değiştirilirdi. Adı değiştiren kimseye birtakım hediyeler verilirdi.

İsim koyma işi bittikten sonra ebe, birer birer misafirlerin önünden geçerek, onların çocuğa getirdikleri“diş” ismi verilen hediyeleri toplar ve götürüp beşiğin üstüne koyardı.

Altay Türklerinde çocuğun adını babası verir ve bu ad çoğu kez doğumdan sonra eve ilk giren misafirin adı olurdu. Çocuğa ad olarak doğumdan hemen sonra söylenen ilk sözün verildiği de görülmüştür.

Altay ve Yenisey Türklerinin bir dönemde özel adlar taşımadıkları anlaşılmaktadır. Bunlar bu dönemde ya kabilelerin adını taşıyorlar veya çocuk adsız gezerdi. Bir diğer deyimle çocuğun adı “Adsız” olurdu. Ancak üstün yetenek ya da bir savaşta yararlık göstermiş olanlar özel ad taşımak ayrıcalığı kazanabilirlerdi.
Bu durum, Dede Korkut Öyküleri’nde şöyle geçer: Kişilere adını veren Korkut Atadır. Ana ve babanın verdiği isim gerçek ad değildir, geçici addır. Çocuk, gerçek ismini avda veya savaşta bir yararlık, bir kahramanlık gösterdikten sonra alır. Dirse Han oğlu, karşısına çıkan bir boğa ile dövüşüp onu öldürdükten sonra “Boğaç” adını almıştır. Bamsı Beyrek’e, bezirgânların malını soygunculardan kurtarması üzerine bu ad verilmiştir.

Ad koyarken, çocuğun yaptığı kahramanlığın, isim almasını hak ettirecek şekilde bir yiğitlik olup olmadığının herkesçe kabul edilmesi şarttır. Oymağın reisi veya Kam’ı tarafından verilen bu gerçek ismi alan yiğit, boyun üyesi ilan edilirdi.

Yakut Türkleri, isim koyma konusunda eski geleneklerini az çok değişik biçimde sürdürmektedirler. Bunlar çocuğa ilk adını doğumdan üç ay sonra, asıl adını da çocuk yay basıp ok atmaya başlayınca verirler.
Kırgızlar ile Kazaklarda çocuğun ismi on beş günlük olunca verilirdi. Çoğu kez ad, doğum sırasında geçen bir olaydan, yapılan bir işten kaynaklanarak seçilir veya eve ilk gelen misafirin adi verilirdi: Konukgeldi, Kıpçakgeldi, Çuçi gibi adlar böyle verilmiş adlardandır. Eski Türklerde çocuklarına doğdukları sırada gördükleri nesnelerin veya o günlerde olup biten önemli bir olayın adini verdikleri de görülürdü.
Saldıran düşmanı yendikleri sırada doğan çocuklara: Yağıbastı, Yağıgeldi, Kurtulmuş gibi; güneş doğarken doğan çocuklara: Gündoğdu, Akkuyas, Güngördü, Akgün gibi; koyunlara kurt saldırdığı gece doğan çocuklara: Kurt, Kurtgeldi, Kurtbeğ, Kurtbey, Börübay gibi adlar koyulurdu. (Yağı=Düşman, börü/böri=Kurt)

Bundan başka, çocukları yaşamayan aileler, gelenek olan bir inanca göre, çocuğun ismi ile onun hayatı ve kaderi arasında yakın bir ilgi olduğuna inandıklarından, çocuklarına: Yaşar, Binyaşar, Ölmez, Dursun, Durdu, Tavşan, Kurç (Çelik) gibi adlar verirlerdi.

Kötü ismi olanlara, Şamanist inançlarca ölüm meleği nefret eder de gelmez düşüncesiyle kötü adlar koymak adetleri de vardı. Kazakların anlattığına göre, evladı yaşamayan Çepisbay Ağa; oğluna, evimize Azrail gelmesin diye “Rus” ismini vermiştir. Altaylarda da önceki çocukları ölmüş olan aileler, yeni doğan çocuğuna mümkün mertebe kötü ad takarlardı: İtgördü, Köpek, İtalmaz, Domuz, Balçık gibi.

Eski Türklerin bir başka âdetine göre, çocuk yasasın diye ebe tarafından babasına sembolik olarak satıldığı olurdu. Çocuk doğar doğmaz ebe çocuğu kucağına alarak dışarıya çıkarır ve onu güya babasına satardı. Babası da satın aldığı çocuğuna erkekse Satılmış, kız ise Satı adini verirdi. Zamanımızda bu gibi isimler genellikle bir evliyaya adanmış ve satılmış olarak kabul edilen çocuklara konulduğu görülmektedir. Başkaları da satış bedeli olarak babanın ebeye, çocuğun ağırlığınca demir verdiği söylenir. Bu gelenek Çuvaş Türklerinde, ebe çocuğu şamana verir ve çocuğu babasına şamanın satması seklinde olurdu. Şaman, çocuğu alarak babasına gelir ve: “Çöplükte bir çocuk buldum, satacağım” der. Baba, şamanın istediğini vererek çocuğunu satın almış olur ve artık yaşayacağına inanırdı.

Ünlü arkeoloji bilgini Kalksendi, Mısır’da basılan “Subhul Asas” eserinde şunu der: “Bilinmelidir ki çoğu kez Türk askerinin ismi Seyfeddin, yani dinin kılıcıdır. Çünkü Türklerdeki kuvvet ile kılıcın ilgisi vardır.”

13. ve 14. yüzyıllarda Hindistan’da egemen olan Türkler de isimle ilgili bütün geleneklerini korumuşlardır. Bu yüzyıllarda Türkler arasında en çok rastlanan isimlerin basında şunlar gelmektedir: Kutlu, Aybeg, Alphan, Tuğluk, Küçlü, Arslanatar, Buğrahan, Tuğrul ve İltutmuş. Eski Türklerde var olan bu geleneklerden birçoğu zamanımızda halk arasında bilerek veya bilmeyerek devam etmektedir. Kahraman ırkımızın yiğitliği, savaşlardan kültüre kadar her şeyimizle iç içedir.

21.09.2013 19:23

Selçuklu Oklarının Gücü

 

Selçuklu askerinin ok kullanmakta ne kadar hünerli olduğunu ve Selçuk oklarının kalkan ve zırhları delecek güçte olduğunu Bizanslı tarihçi Niketas'dan aynen aldığımız şu bilgi ortaya koymaktadır:

"Bizans ordusunun geri dönüşü sırasında, Türk'ün biri yalçın bir kayaya çıkarak oraya yerleşmiş ve kayanın önünden geçen birçok Bizanslıyı okla öldürmüştü. Okların her biri öldürücüydü. Çünkü bunlar kalkan ve zirhlari deliyorlardı. Müthiş bir bela idiler. Cesaretlerini göstermek isteyen birçok Bizanslı ona karşı çıkarak kan ter içinde Türk'ün yakınına kadar gelip ona ok ve mızraklarıyla saldırmışlardı. Türk ise sanki kendisine fırlatılan ok ve mızraklar arasinda dans eder gibiydi. Sonra kendisi hücuma geçiyor ve karşısındaki düşmanlarını öldürüyordu."

■ Muharrem Kesik, "At Üstünde Selçuklular", İstanbul 2011, Sf.80

21.09.2013 11:06

CENGİZ HAN'IN TÜRK OLDUĞU GÖRÜŞÜNÜN DAYANAKLARI

 



Tarihe "Moğol Kağanı" olarak geçen Cengiz (Temuçin) Han'ın ırki kökeni hakkında kesin bir yargıya ulaşmak imkansız olup, onun Moğol, Türk ve Türk-Moğol olduğu yolunda üç farklı görüş vardır. Son yıllarda sıkça dile getirilen Türk kökenlilik görüşünün kanıtları olarak şunlar gösterilmektedir:

- Cengiz Han, Moğolca ile birlikte Türkçe de konuşmakta ve yazmakta idi. Öyle ki, bir Arap, Cengiz Han'ın oğlu Ögedey Kağan'a, babasını düşünde gördüğünü ve kendisine bir söz söylediğini naklettiğinde, Ögedey Kağan ona ''Babam bunu sana hangi dille anlattı'' diye sormuş; o da Arapça anlattı deyince Ögedey, "babasının Türkçe ve Moğolca'dan başka bir dil bilmediğini" söylemiştir.

- Çin kaynaklarına göre Cengiz Han'ın soyu, Çinlilerce ''Şa-To'' adı verilen Türkler'e dayanır ki, bu Türkler Kök-Türkler'in devamıdır.

- Cengiz Han, tıpkı Kök-Türk kağanları gibi kumral ve açık renk gözlüdür.

- Efsaneler Cengiz Han'ın soyunu (tıpkı Türk destanlarında olduğu gibi) Bozkurt'a bağlar. Eğer Cengiz Han Moğol olsa idi, efsaneler onun soyunu kurda değil, köpeğe bağlardı; çünkü Moğol geleneğinde kurt değil, köpek önemlidir ve Cengiz Han devrinden önceki Moğol kültüründe kurt hiçbir önem taşımamaktadır.

- Cengiz Han, bugünkü Afganistan'da kendisini ziyeret eden Kadı Vahideddin Fuşanci'ye ''Peygamberiniz Hz.Muhammed'in her şeyi önceden bilmiş olduğunu söylüyorsunuz; acaba benim ortaya çıkışım için ne demiş?'' diye sormuş; onun üzerine kadı ''Uturkû al-Turka mâ tarakûkum > Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız'' buyurmuş olduğunu nakletmiş ve Cengiz Han da bunun çok bilgece bir söz olduğunu söyleyerek kendisini Türk kabul ettiğini göstermiştir.

- Cengiz Han'ın ordusunun üçte ikisini Türkler teşkil ediyordu ki, bu kadar fazla Türk askerinin kendi soylarından olmayan bir kumandana bel bağladığı görülmüş şey değildir.

21.09.2013 10:30

6. Yüzyıldan Kalma Bozkurt İşareti

6. Yüzyıldan kalma bozkurt işareti yapan Türk hakanı heykeli...

Bozkurt işareti Türklüğün sembolüdür, hiçbir partinin tekelinde değildir.Göktürklerden kalma eserlerde bulunan 6.yüzyıla ait bozkurt yapan Türk hakanı heykeli bu işaretin yüzyıllardır kullanıldığını kesin olarak ispatlamıştır.Gagauzlar da (Gök Oğuz) bu işareti bin yıldır kullanmaktadır.Türkiye'de bu işareti ilk kullanan da 1984'te Türkiye'ye gelen Gagauzya kültür bakanı Maria Marunoviç olmuştur.Daha sonra Elçibey ve Türkeş gibi isimlerin de kullanmasıyla bu işaret yüzyıllar sonra Türk dünyasında tekrar yaygın hale gelmiştir.

21.09.2013 10:27

SABİR TÜRKLERİ

 

(SABİR - SABAR - SAPAR - BOYUN EĞMEYEN)


“Sabirler, insan hafızasının hatırlayabildiği zamandan beri ne İranlılardan ne Romalılardan hiç kimsenin düşünemediği makinelere sahiptirler. Öyle ki her iki devlette mühendis eksik olmamış ve her devirde surları dövmek için makineler yapılmıştır ama şimdiye kadar böyle bir buluş ne ortaya konmuş ne de onlar gibi kullanılabilmiştir. Bu, şüphesiz insan dehasının bir eseridir.”

Bizanslı Prokopios

19.09.2013 21:45

TÜRK DÜNYASI SANATÇILARI AYNI SAHNEDE BULUŞTU

 

Fransa'nın başkenti Paris'te bulunan Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) Genel Merkezi, Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı'nın (TÜRKSOY) 20. yılı kutlamaları kapsamında gerçekleştirilen etkinliğe ev sahipliği yaptı.

Azerbaycan müziğinin ilk profesyonel bestecisi olan Üzeyir Hacıbeyli'nin ünlü eseri Arşın Mal Alan opereti, bestelenişinin 100. yılında TÜRKSOY organizasyonuyla sanatseverlerle buluştu. Arşın Mal Alan opereti, ilk kez aynı sahneyi paylaşan Türkiye, Azerbaycan, Krıgızistan ve Kazakistanlı sanatçılar tarafından sahnelendi.

Konser sonrası Cihan Haber Ajansı'na konuşan TÜRKSOY Genel Sekreteri Düsen Kaseinov, Arşın Mal Alan operetinin ilk kez 100 yıl önce Türk dünyasında sahnelendiğini belirterek, "Ama bugün bir farklılık vardı. Bu opereti ilk kez Türk dünyası sanatçıları, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkiyeli sanatçılar birlikte gerçekleştirdi" diye konuştu. Kaseinov, TÜRKSOY'un 20. yıl kutlamalarının Ekim ayı başında Ankara'da düzenlenecek etkinliklerle devam edeceğinin de altını çizdi.

Geceye katılan Fransız yazar Fabienne Herbane da alanının kültür olduğunu belirterek, 'Bu gösteri geçmiş kültürle ilgili olağanüstü içeriğe sahipti. Müzik ve kostümleriyle az görülebilecek bir etkinlikti. Çok etkilendim" dedi.

UNESCO Genel Merkezi'nde müzikal ziyafetin yanı sıra, TÜRKSOY'un son 20 yılını konu alan fotoğraf sergisi de gösterildi.

19.09.2013 21:40

Dünyanın En Büyük İnsanı Kim ?

 

Atatürk arkadaşlarına sordu Dünyanın en büyük insanı kim
- Dünyanın en büyük insanı kimdir?
- Timur''dur Paşam!
- Değil.
- Fatih''tir.
- Değil.
- Yavuz Sultan Selim.
- Değil.
- Alpaslan.
- Değil.
- Napolyon.
- İskender.
- Değil.
Nafile!.. Ne derlerse Atatürk "değil" diyordu. Dalkavuklardan biri dayanamadı:
- Sizsiniz Paşam., dedi.
Atatürk, bu zatı tersledikten sonra, sualinin cevabını kendisi verdi:
- Dünyanın en büyük insanı Hz. Muhammed''dir. Ölümünden bu yana bin üç yüz sene geçtiği halde, günde beş vakit, Cenab-ı Allah'tan sonra adı söylenen Hz. Muhammed''dir..

 

19.09.2013 21:36

KORE GAZİLERİ'NE SAYGI SELAMI

 

Kore Parkı'nda düzenlenen törende Türkiye Muharip Gazileri Derneği adına konuşan Yusuf Günaydın, Türkiye ile Güney Kore arasında binlerce yıla dayanan dostluğun başlangıcında aynı yerde yaşayan iki milletin, göç nedeniyle ayrıldığını söyledi.


"SİZİN SAYENİZDE BURADAYIZ"
İpek Yolu İnceleme Heyeti Başkanı Prof. Dr. Sewon Kim de gazilere seslenerek, "Bugün burada olmamız, sizin akıttığınız kanınız ve sevginiz sayesindedir. Sizleri sonsuza dek hatırlayacağız" diye konuştu. 

KORE GAZİLERİ'NE SAYGI SELAMI
Türkiye'ye gelen 2. İpek Yolu Konvoyu'ndaki Güney Koreliler, Kore Gazileri'ne saygı selamında bulundular. Bununla birlikte ortaya farklı bir görüntü çıktı.

19.09.2013 21:29

RUSLARIN YARISINDAN FAZLASI KIRIM'I RUSYA'NIN BİR PARÇASI OLARAK GÖRÜYOR

Rus Kamuoyu Araştırma Merkezi'nin yaptığı anket çalışmaları, halihazırda Ukrayna yönetimine bağlı olan Kırım Özerk Cumhuriyeti'nin, Rus vatandaşlarının %50'sinden fazlası tarafından Rusya’nın bir parçası olarak görüldüğüne işaret ediyor. 

1954 yılında Ukrayna ile Rusya’nın birleşmesinin 300. yılı dolayısıyla Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nden Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne devredilen Kırım Yarımadası’nda halen Rusya Federasyonu Deniz Kuvvetleri'nin üsleri bulunuyor.

18.09.2013 23:16

TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİNİN TARİHİ YENİDEN YAZILACAK

 

Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Metin Hülagü, akademisyenlerin hazırlayacağı özgün makalelerden oluşan, Türk ve Ermeni toplumunun siyasi ve toplumsal ilişkilerine ışık tutan bir külliyat hazırlamak istediklerini söyledi. 
 
Bu külliyatta iki üke arasındaki ilişkilerin dünden bugüne ele alınacağını anlatan Hülagü, "Çalışma, Türk ve Ermeni toplumlarının her cephesini ortaya koyabilecek, özellikle sosyal yanlarını irdeleyecek makalelerden oluşacak. Bu hem 2015'e, yani Ermeni soykırımı iddialarının 100. yılına bir hazırlık olacak, hem de bugüne kadar yazılmamış Türk-Ermeni tarihi yazılacak" dedi. 
 
İki ülke arasındaki ilişkilerin geçmişinin onlarca asırlık bir zaman dilimine dayandığına işaret eden Hülagü, "Ancak şu an bu ilişkilerin bütünüyle ele alındığı bir külliyat hazırlanmamış. Genelde parça parça çalışmalar yapılmış. Bizim hazırlayacağımız külliyatta hem son yıllarda yazılmış, hem de geçmişte yazılmış ama bugünkü bilgi ve belgelerle yenilenmiş makaleler dikkate alınacak" diye konuştu. 
 
Başvurular neticesinde ulaştırılacak makalelelerin yıl sonuna kadar toplanacağını bildiren Hülagü, çalışmanın 1 yıl içinde bitirilmesinin planlandığını da sözlerine ekledi.

Etiketler

Etiket listesi boş.

Sitede ara

Anket

YAZILARIMIZDAN MEMNUN MUSUNUZ?

Evet (13)
68%

Hayır (6)
32%

Toplam oy: 19