Blog

14.10.2013 13:14

Tuğrul Bey

 

24 Oğuz Boyu’dan biri olan Kınık boyu içinden çıkan Selçuklu ailesi ve Selçuk Bey X.Yüzyılın başlarında tarih sahnesinde görünmeye başlamışlardı. Selçuk Bey’in liderliğinde, Aral Gölü’nün kuzey düzlüklerinde gevşek bir boy federasyonu halinde hüküm süren Oğuz Yabgu Devleti’nin içinden çıkarak, Maveraünnehir’in en kuzeydoğu ucuna Seyhun ırmağı havzasına geldiler. Seyhun Nehri gayr-i Müslim Oğuzlar ile İslam Dünyası arasında tabii sınırı teşkil ediyordu. Selçuklular Cend’e göçüp askeri başarılarından söz ettirmeye başladıklarında bölgede Oğuz Yabgu Devleti’nden başka Samaniler, Gazneliler ve Karahanlılar bulunuyordu. Bu devletlerden birincisi olan Oğuz Yabguluğu, Kıpçakların baskısı, bağlı boyların yavaş yavaş Müslüman olması ve göçetmesi ile XI. Yüzyılın başlarında tarih sahnesinden çekildi. X.Yüzyılın başlarında bölgenin en önemli siyasi gücü olan Samaniler aynı yüzyılın sonlarında güçlerini kaybederek yardıma muhtaç hale geldiler. Samaniler Devleti’nin içinden çıkan Gazneliler, özellikle içinden çıktıkları Samaniler aleyhine büyüme gayreti içindeydiler. Karahanlılar ise batı yönünde hızlı bir ilerleyiş başlatmış, Seyhun boylarında Oğuzların yaşadığı şehirleri ele geçirmiş, X. Yüzyılın son çeyreğine girilirken Samanilerin yönetimindeki Maveraünnehir bölgesinin önemli bir bölümünü kontrol altına almışlardı. Öte yandan Bağdat’da Abbasi Halifeliği, Şii Büveyhilerin güdümüne girmiş durumdaydı ve Mısır merkezli Fatimilerin Ortadoğu bölgesindeki etkinliği de gün geçtikçe artmaktaydı.

Selçuklu Devleti’nin kuruluşuna kadar geçen bu süre içerisinde iki kardeş birlikte hareket etmiş; Çağrı Bey yaşça kendisinden küçük olmasına rağmen liderlik noktasında Tuğrul Bey’in öne çıkmasına muhalif olmak bir tarafa, bu konuda kendisine destek olmuştur. Tuğrul Bey her zaman ağabeyinin hürmet ve sadakatine mazhar olmuştur. Karahanlılar tarafından esir alındığında, Çağrı Bey tarafından kurtarılmış, Dandanakan savaşından sonra da denilebilir ki O’nun desteği ile Sultan ilan edilmiştir.

Sultan olduktan sonra Tuğrul Bey’in ilk uzun soluklu seferi 1054 yılında Anadolu’ya ve Kafkaslara kadar uzanan seferidir. Sonra 1055 yılında meşhur Bağdat seferi vardır. Zira Şii Büveyhiler Bağdat’taki Sünni İslam’ın manevi otoritesi Abbasi Halifesi’ni rehin almış gözükmektedirler. Halife’nin daveti üzerine Bağdat’a giren Tuğrul Bey, Büveyhiler’i mağlup etmiş ve Halifeyi kurtarmıştır. Hatta Halife’nin kızı Seyyide Hatun ile evlenerek, Halifelik ile akrabalık bağı oluşturmuştur. Daha sonra ise Halife’nin bir tören düzenleyerek, teşekkür mahiyetinde, Sultan Tuğrul Bey’e “doğunun ve batının sultanı” manasında, iki kılıç kuşattığı kaynaklarda zikredilmektedir. Sultan Tuğrul Bey’in siyasi otoriteyi üstüne alması ve Halife’nin bundan sonra sadece dini hüviyetiyle yetinmesi hususu, tarihimizde ilk defa olarak din ve devlet işlerinin ayrıldığını, ayrı ellerden idare edildiğini göstermesi bakımından Laiklik anlayışının ilk örneğidir denilebilir. Tuğrul Bey’i Sultanlığı’nın ilk dönemlerinde iki büyük isyan uğraştırmış ve devletin geleceğini tehlikeye sokmuştur. Bunlardan ilki üvey kardeşi İbrahim Yınal’ın isyanıdır. İki kez isyan etmiş ve ikisinde de başarısız olmuştur. İkinci isyan amcası oğlu Kutalmış’ın isyanıdır ki, o da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İbrahim Yınal isyanı daha tehlikeli ve daha büyük bir isyan idi, zira Büveyhiler de kendisini desteklemişlerdi. Tuğrul Bey zamanında Anadolu’ya Selçuklu akınları başlamış ve Alparslan zamanında daha da hız kazanarak devam etmiştir. Tuğrul Bey, 1063 yılında 70 yaşını geçtiği halde, hastalanarak, sekiz ay hasta yatmış ve Eylül 1063 te vefat etmiştir. Naaşı Yeğeni Sultan Alparslan tarafından Rey şehrinde defnedilmiştir.Tuğrul Bey tahta oturduğu zaman ilk iş olarak kurumsallaşmaya dönük faaliyetler içerisinde olmuştur. Örneğin ilk vezirin atanması, başta para basmak olmak üzere, siyasal egemenliğin semboller üzerinden simgeleştirilmesi, bölgede egemenlik süren siyasal yapılanmalarla ilişki kurulması ve fethedilen yerlere merkeze bağlı valilerin tayin edilmesi gibi adımlarla, bürokratik kurumların temelleri atılmıştır.

Öte yandan Dandanakan Savaşı’ndan sonra yapılan iş bölümü doğrultusunda fetih hareketleri hızlanmış, Selçukluların hakimiyet alanları hızla genişlemeye başlamıştır. Doğuda Gazneli ve Karahanlı kalıntılarını silerek Belh ve güneyde de Büveyhi iktidarını parçalayarak Kirman bölgelerine kadar yayılan Selçuklu birlikleri, bir yandan kuzeyde Şahmelik’i saf dışı bırakıp Harezm bölgesini işgal ederken, diğer yandan da Anadolu içlerine doğru sokulmaya başlamıştır. Ayrıca Tuğrul Bey’in erken Sultanlık dönemlerindeki faaliyetlerinden biri de, Selçukluların başarısı ile birlikte yoğun bir biçimde etraflarına toplanan Türkmen kitlelerine yurt bulma ve sevketme, iskan çabasıdır.Tuğrul Bey’in saltanat dönemi, İslam tarihinde yeni ve parlak bir devrin açılmasına ve bu devre Türklerin öncülük etmesine işaret ediyor olması açısından büyük bir öneme sahiptir. Tuğrul Bey’in saltanat döneminde Türkler, yeniden dünya tarihini biçimlendirecek büyük bir güç olmanın eşiğine gelmişlerdir.

Bundan dolayı Tuğrul Bey’in saltanat dönemi İslam tarihinde yeni ve enerjik bir çağın, Osmanlılarla birlikte Avrupa içlerine uzanacak olan bir medeni taarruzun başlangıcı olarak görülmelidir.

11.10.2013 23:22

TÜRK TARİHİNDEKİ İLK KADIN HÜKÜMDAR

 


Türk ve hatta dünya tarihinin ilk kadın hükümdarı, M.Ö. 6. yüzyılda yaşadığı sanılan Saka kraliçesi Tomris Hatun'dur.

Aynı çağda Pers ve Medya'da hüküm süren Ahameniş İmparatorluğu ile büyük bir mücadeleye girişmiştir. Tomris Hatun barışçıl ama savunmaya önem veren bir yapıya önem göstermiş, bunu bir zayıflık olarak gören Pers İmparatoru Büyük Kiros ise hiç durmadan Saka topraklarına akın düzenlemiştir. Persler Saka topraklarına girdiği vakit yakılmış tarlalardan başka bir şey bulamıyorlardı. Çünkü Sakalar geri çekiliyor ve savaş için uygun bir mevzi ve an bekliyorlar, bu olmadığı takdirde de savaşa girişmiyorlardı. Sakaları kovalamaktan bıkan Büyük Kiros İran'a geri dönmek zorunda kalıyordu. Bir süre sonra kendisine tabî olması ve kendisiyle evlenmeyi kabul ettiği takdirde Tomris Hatun ile uğraşmayacağını vaad etti. Tomris Hatun bunun bir oyun olduğunu biliyordu ve teklifi reddetti.

Buna kızan Büyük Kiros büyük bir ordu toplayarak tekrar Saka topraklarına girdi. Bu orduda savaş için eğitilmiş yüzlerce köpek de vardı. Tomris Hatun artık kaçmanın yarar sağlamayacağını anlayıp uygun bir alan seçip Büyük Kiros'un ordusunu beklemeye başlar. İki ordu aralarında birkaç kilometre kalacak bir biçimde mevzilenir. Güneş battığı için savaşa tutuşmazlar ancak gece Büyük Kiros bir hile düşünmüş ve iki ordunun arasında bir çadır kurdurmuştur ve içinde güzel kızlar ve yiyecekler ve şarap bulunan çadıra ansızın saldırı düzenleyen Tomris Hatun'un oğlu ve beraberindeki kuvvetler, içerideki birkaç Persliyi öldürüp eğlenceye dalmışlardır. Ancak birkaç saat sonra bir baskın düzenleyen Pers kuvvetleri çadırı basıp Tomris Hatun'un oğlu da olmak üzere içerideki Sakaları öldürürler. Tomris çok sevdiği oğlunun ölümüne üzülür. Yemin ederek şöyle söyler: "Kana susamış Kirus! Sen oğlumu mertlikle değil o içtikçe zıvanadan çıktığın şarapla öldürdün. Ama güneşe yemin ederim ki seni kanla doyuracağım!"

Ertesi gün yapılan savaşı Sakalar kazanır. Ok atmakta usta olan ve savaş arabalarını büyük ustalıkla kullanan Sakalar, savaş köpeklerine rağmen Persler'i bozguna uğratır. Ölenler arasında Pers kralı Büyük Kiros da vardır.

Tomris Hatun sözünde durar ve Büyük Kiros'un kesik başını kan dolu bir tulumun içine atar. Tomris Hatun, Büyük Kiros'un kafasını kan dolu bir fıçıya atarak "Hayatında kan içmeye doymamıştın, şimdi seni, kanla doyuruyorum!" der.

11.10.2013 23:04

Türkler ve Bozkurt (National Geographic)

 


Türk ırkı, tarih boyu kendine yakın hissettiği ve taşıdığı özelliklerden dolayı Bozkurtu kendine sembol edinmiştir.


Bozkurtun özelliklerini temel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür.


1- Bozkurtlar , Türk'ler gibi ataerkil bir yapıdadır . (Yani ataya bağlıdır)

2- Bozkurtlar , Türk'ler gibi teşkilat halinde bir yaşam sürerler.

3- Bozkurt sürüsünün , Türk ailesindeki gibi bir lideri vardır ve sürü o liderin emrinden çıkmaz.

4- Savaş şekilleri olarak benzerlik gösterirler .( Bozkurt sürüsü sağdan ve soldan giden öncüler , akabinde de göbekten gelen ana kuvvetle saldırırlar , Türk'lerdeki Hilal taktiği burdan gelir)

5- Bozkurtlar eşlerini kıskanırlar. ( çok sağlam bir özellik)

6- Karda yürüyen 40 bireylik bir sürüyü takip eden biri sadece 5-6 ayak izi görebilir. Çünkü sürü önde giden lider Bozkurt'un ayak izlerine basarak ilerler. 6-7 kurt bulacağınızı düşünürken koca bir sürüyle karşılaşabilirsiniz.

7- Bozkurtlar , Türk'lerin oldugu gibi özgürlüklerine düşkünlerdir . Dünyada evcilleştirilememiş tek hayvan olma ünvanı Orta Asya (Türkistan) bozkurtlarındadır... Hayvan yakalandığında tüm hayvanların aksine gırtlak kısmında bulunan öd denen keseyi parçalar ve intihar eder.

8- Tüm hayvanlarda bir yavrunun annesi yada babası ölürse yavru da ölür. Fakat bozkurtlarda sürü hiyerarşisi buna müsade etmez , yavrunun hem annesi hem de babası ölse dahi yavru hayatta kalır. Diğer sürü üyeleri yavruyu evlat edinir ve kendi yavruları gibi büyütürler.

9- Bir bozkurt sürüsü Sadece yiyeceği kadarını avlar , ve yine harika bir özelliktir... Kuzulu koyuna saldırmazlar ( Yavrusu olan bir hayvana saldırmazlar)

Bu özellikleri dahada uzatmak mümkün ... Fakat devamında başka bir konuya deyinmek istiyoruz.

Bozkurtlar asildirler. Bunun en sağlam kanıtını söyleyelim.. 

Bozkurtlar , yaşadıkları coğrafyada karakurtlarla birlikte yaşarlar.Bozkurt sürüsünden ayrılan bir erkek bozkurt karşılaştığı bir karakurt sürüsüne girer. Ve girdiği sürünün liderliğini alır. Fakat karakurt sürüsünden ayrılan bir kurt bozkurt sürüsüne alınmaz.Bozkurt dişisi asla bir karakurtla çiftleşmez. Buna akaben , bozkurt sürüsünden ayrılmış bir bozkurtta tekrar o sürüye alınmaz.

Bunlar hoş olaylar fakat beni en çok etkileyen konuyu söyleyelim şimdi.Dünyanın heryerinde av yapmış ve ölümüne yakın bu maceralarını kitaba almış bir avcının anlattıklarından bahsetmek istiyoruz. Aslında kitabı 2 kişi yazıyor ve ural dağlarında yaptıkları bir avdan bahsediyorlar kitapta.

7 kişilik bir avcı ekibi 2 de rehberleri var . Av sırasında bir Bozkurt sürüsüyle karşılaşıyorlar. Bu kurt Türünden her yerde olmadığı için hepsini avlayıp doldurmak istiyorlar.Avcıları farkeden sürü , Lider Bozkurt eşliğinde ormana giriyor . Tüm sürü ormana girince içlerinden üçünün geri geldiğini görüyor avcılar.Sanki vurulmayı bekliyormuşcasına oracıkta öylece duruyorlarmış. Tabi ayıya bile kafa tutabilen güçlü çeneleri Av tüfeklerine karşı yetersiz kalıyor ve üçüde vuruluyor. Sürüyü kaçırmak istemeyen avcılar... Rehberlerin " Ormanın bu bölümü çok sık ve dik yamaçlıdır "uyarısına rağmen , sürünün peşinden ormana giriyor.

Avcılardan birini sokan bir yılan yüzünden av yarıda kalıyor ve dönmek zorunda kalıyorlar. Sürüye ulaşamıyorlar yani. Dönüşte vurdukları 3 kurtu almaya geldiklerinde , Kitabın yazarı ölene kadar unutamayacağını söylediği bir manzarayla karşılaşıyor.

Kurtlardan biri ölmüş , birisi ise ölmek üzere ve acı çekiyor... Sonuncu kurtsa kaburgasıyla kalça kemiği arasındaki bölgeden yara almış , ayakta duramakta zorluk çekmesine rağmen Ölen kurtu yemeye gelen 4 karakurt'a kafa tutuyor... 4 Karakurt ise Yaralı bozkurt yüzünden ölü Bozkurta yaklaşamıyor.

Avcıları gören karakurtlar hemen kaçıyor . Onların uzaklaştığını gören Bozkurt , ağır yaralı olan ve acı çeken diğer Bozkurtun boğazını ısırıyor ve öldürüyor onu. Sonrada kendi düşüp ölüyor.Ölen ilk Bozkurtun da boğazındaki diş izlerini farkedince , daha fazla acı çekmemesi için arkadaşı tarafından öldürüldüğüne kanaat getiriyorlar.

Üzerlerine doğrulmuş namludan korkmayan Bozkurtlar ve diğer gördükleri avcıda hayranlık uyandırıyor. Kurtları doldurmak yerine gömmeyi daha uygun buluyor . Gömme işlemi bittikten sonra yerdeki kanlara dakikalarca bakıyor. Altın kaplama bıçağıyla koluna bir kesik atıyor ve Bozkurtların mezarı yanındaki karlara kendi kanıyla tek bir kelime yazıyor: sorry /üzgünüm/

11.10.2013 22:33

Bir Kase Yoğurt

 

KANUNİ'YE AİT BİR RİVAYET

Bir kâse yoğurt

Osmanlı Devleti döneminde her paşa ve padişah için, memleketinde herkesin istifadesine açık bir hayır kurumu yapıp ahirete öyle gitme, en büyük isteklerdendi. Bu sebeple, fethedilen yerlerde her biri bir cami, bir külliye veya bir hastane yapıp gitti. Osmanlılar, kendi devirlerinin kültürünün gerektirdiği müesseseleri kurdular. İnsan nerede neyi tahsil ederse etsin ama Rabbiyle her zaman irtibatlı olsun diye camisiz yer bırakmadılar.

İşte bu düşünce Kanunî’ye de Süleymaniye Camiini yaptırdı. Ancak o, yaptıracağı eserin yalnız kendi defterine kaydolmasını arzu ediyor ve Rabbi’ne böyle bir armağan takdim etmek istiyordu. Onun için, ustalara sıkı sıkıya tenbihatta bulunuyor ve "Kimseden yardım kabul etmeyin" diyordu.

Cami duvarları her gün yükseledursun, karşıdan bu camii mahzun mahzun seyreden bir nine vardı. İnekleriyle başbaşa, onların sütüyle geçinen bu yaşlı kadın, inkisar içinde kendi kendine, "Ey Allah’ım, Kanunî’ye servet verdin, malk-mülk verdin, Senin uğrunda bir cami yaptırıyor. Bu fakir kuluna bir şey vermedin; ne yapayım da, ben de Senin rızanı kazanayım. Benim elimden böyle işler gelmez. Elimden gelen, ustalara bir tas yoğurt ikram etmektir." der ve ustalara müracaat eder.

Onlar, padişahın izni olmadığını söylerlerse de, kadının ısrarına dayanamayıp, yoğurdu alıp yerler. Büyük hükümdar, o gece rüyada, yaptığı işin mizanda tartıldığını görür. Terazinin bir kefesine Süleymaniye Camii, diğerine ise bir tas yoğurt konulmuş ve yoğurt, camiden ağır basmıştır. 

Sabah olur; Kanunî, ayakları titreye titreye ustaların yanına gelir: "Ne yaptınız, kimden ne aldınız?" diye sorar. "Yaşlı bir nine geldi; çok ısrar etti; yalvarıp yakarmalarına dayanamadık ve bir tas yoğurt aldık." derler. İşte, Süleymaniye’ye ağır basan yaşlı kadının o bir tas yoğurdudur. Kanunî, gördüğü rüyayı oradakilere nakleder.

 

11.10.2013 22:26

Türkistan Türklerinin Milli Kurtuluş Savaşı

 

Türkistan Türklerinin Milli Kurtuluş Savaşı

Rusya’da komünistler ile komünist olmayanlar arasındaki bir iç harbin başlaması ve Türkistan’daki Rus komünistlerinin Türklere hiç taviz vermeyen tutumları yıllardır Rus zulmünden inleyen Türklere istiklalleri için mücadelede yeni fırsat yaratmıştır. 

1917 İhtilal beyannamesi çerçevesi dahilinde Hokand’da bir “Halk Şurası” kurularak Türkistan’ın bir “Mahalli Muhtar Cumhuriyeti” olarak ilanına karar verildi. “Halk Şurası” aldığı bir karar ile Başkırt ve bir müddet evvel kurulan Alaş – Orda Kazak hükümetlerini de katılacağı bir “Federasyon” kurulacağını ilan etti.

Böyle kuvvetli bir federasyonu Sovyetler kolay kolay dağıtamayacakları için Türklerin haklarını, asgari derecede, alma imkanı doğacaktı. 

Taşkent’teki Sovyet Komiserliği, Ermenilerle takviyeli bir Rus birliğini hemen Hokand üzerine sevk etti. Kızıl birliklerle Hokandlılar arasındaki kıyasıya mücadele 11 Şubattan 22 Şubat 1918’e kadar devam etti. Silah üstünlüğü olan kızıl birlikler sonunda Hokand’ı ele geçirerek 10.000 kişiyi katlettiler. Türklerin milli istiklal için giriştikleri bu mücadele de böylece kanlı bir şekilde bastırıldı. 
Orta Asya Türklerinin Rus hakimiyetinden kurtulma mücadelesinde Kazak liderlerinin Türkistan’daki milli güçlerle işbirliğini reddedip Rus ihtilal hükümetiyle anlaşma yolunu tercih etmeleri hazin bir dönüm noktasını teşkil eder. 

Buhara Emirliği Mart 1918'e kadar iç işlerinde serbest olarak Rusya hakimiyeti altında kalmıştı. “Genç Buharalılar” adı altında 1910’lardan beri hazırlıklarını yapan bir grup yenilikçi 1917 ihtilalinden istifade ederek Emir Mir Alim Han’ı devirmek için harekete geçtiler. Fakat hareketleri Emir tarafından öğrenilip tesirsiz bırakıldı. Bunun üzerine reformistler, çok yanlış olarak, Buhara’yı kontrollerine almak isteyen Sovyet komiserliğinden yardım istediler. 

Buharalı reformistlerle Sovyetlerin müştereken giriştikleri darbe hareketi de Emir tarafından başarıyla önlendi. Bu olaydan sonra 25 Mart 1918’de Sovyet hükümeti Buhara’nın istiklalini tanımaya mecbur kaldı. Emir’e karşı başarısızlığa uğrayan yenilikçiler ikiye bölündüler: bir kısmı Sovyetlerle tam bir işbirliğine giderken, Osman Hoca önderliğindeki diğer grup reformcu ve milliyetçi bir Buhara Cumhuriyeti kurmaya kalkıştılar.

“Sovyet hükümetinin, istiklalini tanımak mecburiyetinde kaldığı Buhara’nın varlığı Türkistan’daki Sovyet Komiserliğini ve Kızıl Ordu komutanı Frunze’yi son derece tedirgin etti. Buhara Emirinin komünistlere karşı takip ettiği taviz vermez politika Frunze’yi Buhara’yı işgal için bahaneler aramaya sevketti. 

Sovyetlerin kurduğu Buhara komünist partisinin isteklerini kabul etmesi için Frunze, Emir’e baskı yapmaya başladı. Sonunda Lenin’in tasvibini de alan Frunze, 28 Ağustos ile 2 Eylül 1920 arasında Buhara’yı bir yıldırım harekâtı ile işgal ediverdi. 6 Ekim 1920’de “Buhara Halk Kongresi” toplanarak “Buhara Halk Cumhuriyeti”ni ilan etti. Fakat halkın Ruslara ve komünistlere karşı duyduğu nefretten bir an için gözleri yılan Sovyetler, Buhara’nın idaresini yine Buharalılara bırakmak mecburiyetinde kaldılar. İçinde Sovyet taraftarlarının da bulunduğu fakat çoğunluğunu milliyetçi reformcuların teşkil ettiği Buhara Halk Cumhuriyeti ile 4 Mart 1921’de bir “ittifak” antlaşması yapan Ruslar Buhara’nın istiklalini yeniden tanıdılar. Fakat Rusların Buhara’yı Sovyetleştirme emellerinden vazgeçmemesi Buhara – Sovyet münasebetlerini yeniden kötüleştirdi. Bunun üzerine Sovyetler karşı direnme mücadelesini bizzat başlatan Buhara’nın yeni devlet reisi M. A. Muhiddin zorla istifa ettirilerek yerine daha ılımlı olduğu sanılan Osman Hoca getirildi. Fakat Osman Hoca Sovyetlere hiç taviz vermediği gibi bilakis tam istiklal için Türkistan’a gelmiş olan Enver Paşa ile işbirliği yaparak Ruslara karşı mücadeleyi daha da hızlandırdı. Türklerin bu istiklal mücadelesi 1924’de Kızıl Ordunun Türkistan’ı tekrar işgaline kadar devam etmiştir. Şimdi sıra Hive Hanlığına gelmişti. 

Hive Hanlığı da tıpkı Buhara gibi Rus işgalinden sonra içişlerinde serbest ve Rusya’ya bağlı bir devlet olarak varlığını devam ettiriyordu. 1917’de Bolşevik İhtilali başladığı zaman Türkistan’ın diğer bölgelerinin aksine Hive’de Han ile “Genç Hiveliler” olarak bilinen yenilikçi grup anlaşarak ülkede ıslahatçı ve demokratik bir idare tarzını kurmuşlar idi. Fakat Özbekler ile Yamud Türkmenleri arasındaki anânevi rekabetin yeniden patlak vermesi Hive’nin bu kritik günlerinde en büyük talihsizliği olmuştur. Türkmen – Özbek anlaşmazlığının halledilememesi üzerine Türkmenlerin önderi Cüneyid Han etrafındaki Türkmen kuvvetleri ile Hive üzerine yürüyerek şehri kuşattı.

Bu karışıklıktan istifade eden Sovyetler bir Kızıl Ordu birliğini Hive’ye göndererek Cüyid Han’ın kuşatmasını kaldırmayı sağlamışlardır. Fakat, Ruslardan hiç hoşlanmayan ahali, Kızıl Ordu, birlikleri yerine Türkmenleri Hive’de görmeyi tercih etmişlerdir. Nitekim bir müddet sonra Cüneyid Han’ın Ruslarla işbirliği yapan Isfendiyar Han’ı öldürerek Hive’ye hakim olmasına ses çıkartmamıştı. Ne hazinedir ki, büyük bir mücahit olmasına rağmen Cüneyid Han’ın bazı kışkırtmalara aldanarak Özbeklere karşı katı davranmaya başlaması Özbekleri kendinden uzaklaştırmakla kalmamış, hatta onların Sovyetlerle işbirliği yapmalarına sebep olmuştur. Bu ise, Ruslara tekrar Hive’nin içişlerine müdahale için yeni bir fırsat vermiştir. Durumun ciddiyetini kavrayan Cüneyid Han, Ruslarla anlaşma yolunu tercih etmek mecburiyetinde kalmış ve onlarla bir barış anlaşması yapmayı o şartlarda en ehven çıkar yol olarak görmüştür. Böyle bir antlaşma ile Sovyetler, Hive’de hiçbir komünist olmadığı için bu fikirlerini tatbik etmede son derece güçlük çekiyorlardı. Sonunda, Hive’deki Rus askerleri Cüneyid Han’dan kaçan muhalif Özbeklerle bir “Hive İhtilal Taburu” kurarak Hive’de bir Sovyet hükümeti kurulmasını talep ettiler. Hive İhtilal Taburu’nun yardım istemesi üzerine Sovyetler Türkistan’daki Kızıl Ordu birliklerinden bir kısmını Hive’ye sevk ettiler. Güya “Cüneyid Han’ın ve taraftarlarının kanlı diktatoryasından Hive’yi kurtarmak” maksadıyla 25 Aralık 1919 ile 27 Ocak 1920 arasında Kızıl Ordu birlikleri Hive’yi işgal ettiler. Bu Sovyet işgali ile sözüm olan “Hive Halkının İhtilali” gerçekleştirmiş oluyordu. Hive ‘de komünist olmadığı için Sovyetler idareyi “Genç Hiveliler”e devretmek mecburiyetinde kaldılar.

Kurulan “Hive Komitesi” Hanlık sistemini lağvederek “Harezm Halk Cumhuriyetini” ilan etti. Sovyet hükümeti 13 Eylül 1920’de “Harezm Cumhuriyeti” ile bir “ittifak” antlaşması imzalayarak Harezm’in güya istiklalini tanıdı. Bir müddet sonra Sovyetler Harezm Komünist Partisi’ni kurarak faaliyete geçirdiler.

Bilahare Sovyetler Harezm Halk Cumhuriyetinin komünist aleyhtarı bir tutuma girdiğini ileri sürerek Genç Hivelileri baştan uzaklaştırmış ve Ekim 1921’de kurdukları komünist hükümetle Hive’yi kontrollerine almışlardır. Böylece, bin bir entrika sonunda Sovyetler, Hive’de de komünist iktidarını gerçekleştirmiş oluyorlardı.

10.10.2013 18:19

Bilge Kağan


M.S 710 . Göktürk budunun doğusunda isyanlar başlamış , isyancılar yakin çevresindeki kavimleri de kışkırtarak güçlü bir ordu kurmuştu.

İsyancılar Bilge Kağan’a bir elçi yolladılar.

Elçi Bilge Kağan’a bunları iletti;

” Güçlü bir ordu kurduk. Bizim bulunduğumuz toprakları bize iade ederseniz üstünüze yürümekten vazgeçeriz”

Herhangi bir milletin hükümdarına yazılmış mektup değildi bu… Türk’ün Başbuğu’na, Göktürk Kağanı’na, yazılmıştı. Göktürk başbuğunun düşmandan korkup da toprak verildiği ne görülmüş, ne de duyulmuş bir şeydi.

Toprak anadır , atadır , namustur , töredir .

Türk toprak vermez, alırdı! Mektup cevapsız kalmadı ,yazdırdı Bilge Kağan bir satırlık mektup;

Şöyle dedi;

” Bir bak tarihe , Türk’e baş kaldıranların sonu ne olmuş!”

09.10.2013 12:41

Çaka Bey

 

İzmir fâtihi ve Anadolu Selçuklu Devletinin müstakil beyi. Oğuzların Çavuldur boyuna mensup olan Çaka Bey, Malazgirt Zaferini tâkiben Anadolu‘nun fethi işine girişen Selçuklu kuvvetlerinden ayrı olarak yaptığı savaşların birinde Bizanslılara esir düştü. İmparator Üçüncü N. Botaniates’in dikkatini çekerek saraya alındı. Burada çok büyük ilgi gördü ve serbestçe hareketlerde bulunmasına izin verildi. Grekçeyi öğrendi. Bizans deniz kuvvetlerini inceledi. 1081 yılında Bizans tahtına İmparator Aleksi Komnen geçince hürriyetine kavuştu.
 

08.10.2013 17:57

Keloğlan İle Tas Tarakay

 

Altay destanlarının karakteristik motifi olan “Tas, Tastarakay” ile Anadolu Türk masallarının ünlü tipi “Keloğlan” aynı kökten gelmektedir. Altaylardan Balkanlara, bütün Türk dünyasında tanınan karakter,Türk kültürüne has önemli motiflerden biridir. Türkün dünya görüşüne göre kellik, köseliğin zıddıdır ve Tanrı kutunu sembolize eder. Tanrı tarafından yeryüzünü yönetmekle görevlendirildiğine inanan Türk hakanı, zaman zaman kılık değiştirerek halk içinde gezer; hak düzene uymayanları, kötüleri bu şekilde tespit ettikten sonra, cezalandırır.


Türk devlet yönetiminin temelini oluflturan bu sistem, kültürümüzün bütün ürünlerinde karakterize edilmifltir. Gerek Altay destanlarında, gerekse Anadolu halk masallarında sıkça görülen Tastarakay-Keloğlan, zeki, muktedir, insanlar tarafından öldürülemeyen, dürüst, kötülere karflı acımasız, uykucu, uyuz kel görünüfllü, komik, zayıf, cılız, kel atlı, vb. özelliklere sahiptirler. Yalnız Altay destanlarında aslına dönerek kutlu han olan Tastarakay, Anadolu masallarında bazen kutlu han olur; bazen degeleneğin bozulması sebebiyle Keloğlan olarak kalır. Türk kültürünün iyi tahlil edilebilmesi ve mitolojimizinsağlam temellere oturabilmesi için Türk dünyasında mukayeseli çalıflmalara ağırlık verilmelidir.

Dr. Pervin ERGUN

 

08.10.2013 17:55

“Türk’ün dostu kimdir?”

 

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Ankara Lisesi’nde tarih sınavında bir öğrenciye şu soruyu sorar:

“Türk’ün dostu kimdir?”

Öğrenci soruyu cevaplar:
“İngiltere’dir…”
“Hayır!..”
“Fransa’dır...”
“Hayır!..”
“Almanya’dır…”
“Hayır!..”
“Amerika’dır…”
Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı tükenmiştir.
Kendi sorusunu, yine kendisi cevaplar:

“Hayır çocuğum… Türk’ün dostu gene Türk’tür… Türk’ün kendisidir...

08.10.2013 12:45

Türkçe Ezan


19. yüzyılda Türkçülük hareketinin yaygınlaşıp, Türk kelimesine ve Türk diline önem verilmeye başlanması ile birlikte ilk olarak Sultan Abdülaziz devrinde Ali Suavi ezanın, hutbelerin ve namaz surelerinin bile Türkçeleştirilmesi gerektiğini savunmuştur.

Macar halk edebiyatı bilgini İgnaz Kunoş, 1885'te İstanbul'u ziyaret eder ve Şehzadebaşı'nda dolaşır. Onun 1926 yılında İstanbul Üniversitesi'nde verdiği konferansında Osmanlı İstanbul'unu anlatmıştır. Konuşmasında Türkçe ezan'ın Osmanlı'da da var olduğunu iddia etmiştir. [Gel Şehzadebaşı'ndakı sakin kahveler. Direklerarasındaki kıraathaneler... Biri söylerse öbürü dinler. Akşam da oldu ikindi, mumlar şamdanlara dikildi. Şerefeye çıkmış müezzinler, Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak, Çalabdır ancak
—İgnaz Kunoş]

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu dönemde Diyanet İşleri Başkanlığının 18 Temmuz 1932 tarihli bir genelgesi ile resmen ve tüm yurtta uygulanmaya başlanmıştır. 

CHP iktidarı döneminde 18 yıl boyunca uygulamada kalmıştır. 

1950 seçimlerinden %53 oyla birinci parti olarak çıkan Demokrat Parti, bu tarihten itibaren ezanın Arapça okunmasını istemiştir. Türkçe ezan kanunen yasaklanmamıştır.

Süreç:

1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı ve İsmet İnönü'nün başbakanlığı döneminde dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı.

Kur'an’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu.

Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde de, Ayasofya Camii’nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu.

18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Takip eden günlerde, yurdun her yerindeki Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi. 4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid (kesin ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi

Etiketler

Etiket listesi boş.

Sitede ara

Anket

YAZILARIMIZDAN MEMNUN MUSUNUZ?

Evet (13)
68%

Hayır (6)
32%

Toplam oy: 19